-->

Çeviri

29 Kasım 2017 Çarşamba

2 çocuğun öldüğü yangınla ilgili beraat kararı bozuldu

2 çocuğun öldüğü yangınla ilgili beraat kararı bozuldu
 İZMİR'in Buca ilçesindeki bir evde yaklaşık 2 yıl önce çıkan yangında, çocukları 9 yaşındaki Helin ile 1 yaşındaki Emir'in ölümlerine neden oldukları iddiasıyla yargılanan Arife- Ferhat Çelen çifti ile diğer sanık Kaan Kadir Kirik hakkında verilen beraat kararı, Bölge Adliye Mahkemesi'nce bozuldu.
Kuruçeşme mahallesi, 203/1 sokak, numara 5'teki tek katlı evde 6 Aralık 2015 tarihinde yangın çıktı. Çelen Ailesi'nin en büyük çocuğu Helin Çelen, kardeşleri 8 yaşındaki Baran, 6 yaşındaki Arda ve 4 yaşındaki Ata Çelen'in evden çıkmasını sağladıktan sonra, en küçük kardeşi Emir Çelen'i kurtarmak üzere tekrar içeri girdi. Ancak evde, alevlerin arasında kalan minik Emir ve dışarı çıkamayan Helin Çelen yaşamlarını yitirdi.
Ev kullanılamaz hale gelirken, yangın sırasında, aralarında sorun bulunan Arife ve Ferhat Çelen çiftinin evde olmadığı anlaşıldı.
Kurtulan üç kardeşten Baran'ın "Evimizi sakallı biri yaktı" demesi üzerine 'Sakallı Kadir' diye bilinen Kaan Kadir Kirik polis tarafından gözaltına alındı. Kirik, anne ve baba ile birlikte adliyeye sevk edildi. Kirik tutuklanırken, anne ve baba ise tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. 3 kişi hakkında, evde bulunan her bir çocuk için ayrı ayrı olmak üzere 5'er kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istemeyle dava açıldı.
İzmir 6. Ağır Ceza Mahkemesi'nde geçen 31 Mart'ta yapılan son duruşmaya, tutuklu yargılanan sanık Kaan Kadir Kirik, tutuksuz sanıklar Arife Çelen, Ferhat Çelen, sanıkların avukatı ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı avukatı Müjgan Bilen Özen katıldı. Mahkeme heyeti, anne, baba ve Kaan Kadir Kirik'in delil yetersizliğinden beraatine karar verdi.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı avukatı Müjgan Bilen Özen, kararı temyiz etti. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 4. Ceza Dairesi, suç ve hüküm tarihlerinde 15 yaşından küçük olan mağdurlar Baran, Arda ve Ata Çelen'in anne ve babasının sanık olması nedeniyle mağdurları temsilde menfaat çatışması bulunduğunu belirtti. İlgili kanununa göre mağdurlara bu davaya ilişkin olarak temsil kayyumu tayin ettirilmesi, kayyumun şikayet ve katılma konusundaki beyanının alınmasının ardından hüküm kurulması gerekirken eksik araştırma ile yazılı şekilde hüküm kurulduğu, mağdur Arda Çelen ile tanıklar Ayhan Çamurlu ile Adem Çakır'ın soruşturma ifadelerine neden itibar edilmediğinin karar gerekçesinde tartışılmadığı ve eksik araştırma yapıldığı gerekçesiyle kararı bozdu.
Kadarın bozulmasının ardından dava İzmir 6. Ağır Ceza Mahkemesi'nde tekrar görülecek.

28 Kasım 2017 Salı

Banka kredileri için emsal olacak karar!






Kredi çeken 75 yaşındaki müşteriye hayat sigortası yaptıran banka, tüketicinin vefat etmesiyle kredinin kalan kısmının ücretini karşılamayı reddetti. Tüketicinin mirasçılarının açtığı davaya son noktayı koyan Yargıtay 19. Hukuk Dairesi, emsal bir karara imza atarak, bankanın tüketicinin yaşını bilerek poliçe düzenlediğini ve sonucuna katlanması gerektiğine karar verdi.

Adana'nın Ceyhan ilçesinde 75 yaşındaki bir vatandaş, 4 Ekim 2010 tarihinde banka şubesinden kredi çekti. Banka şubesi yaşlı adama genel kredi sözleşmesine istinaden 7 Ekim 2010 tarihinde 1 yıl süreli hayat poliçesi yaptı. Poliçe 2011 yılında da yenilendi. 2012 yılında ise yazılı olarak hayat poliçesi yapılmasa da banka şubesi, tüketicinin hesabından 6 Eylül 2012 tarihinde 2012 yılına ait hayat sigortası yenileme sözleşmesi adı altında bin 279 TL tahsilat yaptı.
25 Eylül 2012'de tüketici vefat edince yakınları kredinin kalan kısmının Hayat Sigortasıkapsamında karşılanması gerektiğini belirterek, banka şubesinin kapısını çaldı. Ancak banka yetkilileri, bankanın iç genelgesi kapsamında 75 yaşındaki tüketiciye hayat sigortası poliçesi düzenlemediklerini iddia ederek talebi geri çevirdi. Bunun üzerine tüketicinin mirasçıları Ticaret Mahkemesi sıfatıyla Ceyhan 3. Asliye Hukuk Mahkemesi'ne dava açtı. Mahkemede ifade veren vefat eden tüketici yakınları, pirimin tahsil edilmesiyle hayat sigortası poliçesinin yenilenmiş sayılması gerektiğini, babalarının kredi borcunun hesaplanıp sigorta bedelinden düşülmesi ve artan paranın iadesini talep etti.
Davalı bankanın ise taleplerine olumsuz cevap verdiğini ileri süren davacılar, babalarının kredi hesabı sebebiyle davalıya borçlu olmadıklarının tespiti ile hayat poliçesindeki bedelin kredi borcundan yüksek olması halinde belirsiz alacak davası niteliğinde olmak üzere artan miktarın davalıdan tahsili ile kendilerine iadesine karar verilmesini istedi. Savunma yapan davalı banka avukatı ise, müvekkili bankanın iç genelgesi uyarınca 75 yaş üzeri kişilere hayat sigortası yapılmadığını kaydetti.
KARAR TEMYİZ EDİLDİ
2012 yılı itibariyle davacıların murisinin 75 yaşını doldurmuş olduğunu, ayrıca taraflar arasında imzalanan genel kredi sözleşmesinin 12.1 maddesi uyarınca bankanın sigortayı yenileme mecburiyetinin bulunmadığını savunan avukat, davanın reddini talep etti. Mahkeme, alınan bilirkişi raporu ve toplanan deliller kapsamında tüketicinin ilk olarak sigortalandığı 7 Ekim 2010 tarihinde 75 yaşında olduğunu, davalının bunu bilerek tüketiciyi 2011 yılında da sigortaladığına hükmetti. 2012 yılında ise sigorta poliçesinin davalı bankaca 2 Ocak 2012 tarihinde iptal edilmesine karşın murisin hesabından 6 Eylül 2012 tarihinde hayat sigortası yenileme tahsilatı yapıldığına dikkat çeken mahkeme, bu durumda vefat eden tüketicinin sigortalandığı ve sigorta sözleşmesinin kurulduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verdi. Karar, davalı banka avukatınca temyiz edildi.
Dava dosyasını yeniden inceleyen Yargıtay 19. Hukuk Dairesi, bankanın tüketicinin yaşını bilerek hayat sigortası poliçesi düzenlediğine dikkat çekti. Kararda, "Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalı vekilinin yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün onanmasına oy birliği ile karar verildi" denildi. Yargıtay kararının Ceyhan 3. Asliye Hukuk Mahkemesi'ne ulaşmasıyla dava yeniden görülecek.

27 Kasım 2017 Pazartesi

Balkan dış politikamıza elzem öneriler






        Bugüne kadar yazdığım birçok makalede Balkan coğrafyasının çok önemli (Adeta hayati derecede) olduğunu söyledik, durduk. Evet, kime sorsak zaten buna itiraz etmedi ve onayladı. Ancak herkesin kendine has bir durumu ve beklentisi var.  Benim için önemli olan diğeri için olmayabiliyor. Mesela, Balkan Stratejik Araştırmalar Merkezi (BASAM) olarak her sayıda bir Balkan ülkesini kapak konusu yaptığımız Türkçe-İngilizce iki dilde bir dergi çıkartmıştık. Derginin ilk sayısında Rodos adasını konu almıştık. Ardından bu dergiyle ilgili İlginç bir olay yaşadık. Bir vatandaş dergiyi heyecanla alıp biraz okumaya çalıştı fakat adeta elektrik çarpılmışçasına şok olup geri bıraktı. Nedenini sorduğumda, “Ben bunu turizm dergisi zannettim, Rodos’u gezmeyi istiyordum ama… ?“ Gerisini ben söyleyeyim, bu dergide, sahiller, plajlar, yemekler, oteller yoktu.  Rodos’taki 4 Bin kadar soydaşımızın yaşadığı sıkıntılar, Rodos’ta yıkılmaya terk edilen camiler ve Türk eserleri, Rodos’un fethinde kaybettiğimiz 40 Bin şehidimiz vs. vardı. Bu arkadaşımız bunları görünce doğal olarak şaşırmıştı. Zira onun ve bizim beklenti ve çıkarlarımız uyuşmamıştı.

TİKACI MISIN YOKSA TOKİCİ MİSİN?

Size bir anımı anlatmak istiyorum ama ne olur kimse gücenmesin ve lütfen üstüne alınmasın. Sözüm zaten meclisten dışarı. Milletvekili olup Ankara’ya gittiğim ilk günlerdi. Bir danışman arkadaş gelip bana: “Sayın vekilim TİKA’cı mısınız yoksa TOKİ’ci misiniz ?” diye sordu. Bu ne demek anlamadım dedim. Daha net sorayım o zaman dedi, TİKA, başta Balkanlar olmak üzere bir çok ülkede hizmetler verir, siz de hizmetkar mı olmaya geldiniz yoksa, TOKİ, inşaatlar yapar, doğal olarak rant vardır, … Tamam dedim, sözünü keserek anladım, biz TİKA’cıyız, dede toprağı Balkanlara, ya da bizim ifademizle Evladı Fatihan’a hizmet etmek istiyoruz. Nokta.

BALKANLARDAKİ DEVLET KURUMLARI

Devletimizin hamdolsun Balkanlarda hizmetler veren çok değerli kurumları var. TİKA, Yunus Emre Enstitüsü (YEE), Yurtdışı Türkler Başkanlığı (YTB), Maarif vakfı, Anadolu ajansı (AA) , TRT, Diyanet İşleri Başkanlığı, Dışişleri Bakanlığı (Büyükelçilikler-Konsolosluklar) , Ekonomi Bakanlığı Dış Ticaret müşavirlikleri… Vs. Bütün bunlar bana göre son derece önemli kurumlar. Hatta ileri gidiyorsam lütfen bağışlayınız, mübarek (kutsal) kurumlar. Devlet gibi kutsal bir kurumu temsil ediyorlar, Balkanlarda tarihi ve hayati bir hizmet davasına sahipler. Buralarda çalışanlar, çok ağır olan mesuliyetin farkında olmaları gerekir. En yukarıdan aşağıya kadar, herkes bunun korkunç ağırlığını bilerek görev almalı ve ona göre hareket etmelidir. Peygamberimiz (SAV), sahabelerini bir ülkenin valiliğine atadığı zaman, manevi sorumluluğun ağırlığından korkarlar, hatta kabul etmek istemezlermiş. Vebali, ahireti kaybetmek kadar ağır bir mesele. Ama eğer layıkıyla yapılırsa, Ala nur ala… Vekillik dönemimizde Ankara Hacı Bayram Veli camisinin avlusunda küçük bir yeri olan rahmetli Doktor Emin Acar hocayı ziyaret ederdik. Kendisi rahmetli Erbakan’ın arkadaşlarındandı ve çok eski Bursa senatörü olarak görev yapmıştı. Aynı zamanda beyin cerrahıydı. Ama elinde asası, pamuk gibi sakalları ile dünyanın fani bölümlerinden geçip gitmiş muhterem bir zattı, ziyaretçilerine kendine has pişirdiği çorbayı ikram ederdi. Allah rahmet eylesin. Bir gün rahmetli, bize hitap ederken şöyle demişti: “Bakın evladım, görev yaptığınız TBMM çok hassas bir yerdir. Meclisin Genel kurulundan nurlar yağar. Eğer güzel hizmetler yaparsanız elinizi açın ve bu nurdan istifade edin. Yanlış bir şey de asla yapmayın, vebali büyüktür. “

BALKAN DİLLERİNİ BİLEN GÖREVLİLER OLMALI

Yukarıda saydığımız Balkanlarda hizmet veren devlet kurumlarında sağlam dava adamlarına ihtiyaç var. Öyle değillerdir demiyorum ama mutlaka liyakatli, sadakatli ve bereketli insanlar buralarda görev almalıdır. Liyakat derken, devletin içinden gelen, devlet tecrübesine sahip, en az üniversite ve hatta yüksek lisans veya doktora ünvanlı, İngilizcenin dışında bulundukları Balkan ülkesinin dilini (Arnavutça, Boşnakça, Bulgarca, Sırpça, Romence) bilen, Balkan insanını yakından tanıyan (huyunu, suyunu, örfünü, âdetini bilen)  ve sadece bilmek yetmez aynı zamanda onlara uyumlu olabilecek, uyuşabilecek insanlardan bahsediyorum. Fetocular hariç, Balkanlardaki hiçbir gruba ya da cemaate taş atmıyorum. Belirli bir grup ya da cemaat temsilcisi halisane bir hizmet yapıyorsa eyvallah, Allah yollarını açık etsin, ama devletin içinde ya da bu kurumlarda görev almaları durumunda başarılı olmaları mümkün değil, zarar verirler.

LİYAKAT, SADAKAT VE BEREKET

Dediğimiz gibi bu kurumlarda liyakatli insanlar görev almalıdır. Yüce Allah’ın emri, İşi ehline vermektir. Diğer yandan devletin bu kurumlarında görev alanlar, Türkiye Cumhuriyeti devletine milletine ölümüne sadık, Türkiye’nin çıkarlarını bilen ve savunan insanlar olmalıdırlar. Yani sakata çok önemlidir.  Aynı zamanda bu insanlar,  bereketli olacaklar yani çalışacak, üretecek, katma değer sunacak, dokunacak, elinde çantasıyla sanki bir pazarlamacı gibi Balkanlarda dolaşacaklar. İşte bu özelliklere sahip arkadaşları,  Balkanlara gönderelim, unutmayalım ki bunların sorumluluğundan çok daha büyüğü onları oraya atayanların üzerinedir.

KURUMLARIN KOORDİNELİ ÇALIŞMASI

Bu kurumlarımızın yani TİKA, YEE, YTB, Maarif, AA, TRT… Mutlaka ama mutlaka üst bir mercide koordineli olarak çalışmalarını sağlayacak bir yönetime ihtiyaçları vardır.  Bu kurumlarımızın birbirleriyle koordineli olmaları şarttır. Bu koordineyi sağlayacak olan yetkili ve denetim yapabilecek bir makam olmalıdır. Bu makam da direk Cumhurbaşkanımıza bağlı olmalıdır.

İSTİŞARELERLE BELİRLENEN HEDEF, PLAN VE STRATEJİLER

Balkanlarla ilgili hedefler, planlar, stratejiler ve proje ortakları belirlenmek zorundadır. Bunlar belirlenirken, Balkan ülkelerindeki Arnavut, Boşnak, Torbeş, Roman, Pomak ve Türk, tüm bu soydaş ve akrabalarımızın önde gelenleri (Kanaat önderleri) ile istişare yapılmalıdır, Türkiye’deki önde gelen Balkan STK temsilcisi ve kanaat önderleriyle istişare yapılmalıdır, tecrübeli dışişleri personeliyle istişareler yapılmalıdır, Balkanlarda görev yapan özel-sivil kurumların ve grupların temsilcileriyle istişareler yapılmalıdır. Ortak ve eşit istişareler. Aldığınız kararları 3-5 yıl için değil 50-100 yıl sonrası için yapmanız gerekir. Bu kararlar ve stratejiler alınırken, ABD, AB, Rusya ve İsrail’in yapabileceği hamleler tahmin edilmeli, onların çıkarları ile bizimkiler bilinmeli ve ona göre hareket edilmelidir. Zira bahsettiğimiz bütün bu ülkelerin Balkanlarda en az 100 yıllık planları var. Yeri gelmişken Kosova’daki ilginç bir olayı sizlerle paylaşayım. Avrupa’daki en büyük askeri üs olan Bonsteel’i ki bu askeri üs uzaydan bile görülecek kadar büyüktür, bu üssü Kosova’da inşa eden ABD’nin bir yetkili subayına sorarlar: “ABD askeri Kosova’da ne kadar kalacak?” ABD’li subay cevaben sorar, Türkler (Osmanlı) ne kadar kaldı? Soruyu soranlar cevap verir: “600 yıl” Tamam der ABD’li subay, üzerine bir gün ekleyiniz.
  
ASLA MİLLİYETÇİLİLİK YOK

Balkanlar bütünüyle milliyetçidir. Öyle milliyetçidir ki, bu milliyetçilik hastalığı Balkanlaşma (Balkanization) denilen diplomatik bir terimin de doğmasına ve bu sayede Balkanların bölünmesine neden olmuştur. Balkanlarda, ırk milliyetçiliği, Slav milliyetçiliği, Hristiyan milliyetçiliği gibi milliyetçilik hastalıkları vardır. Bu yüzden Türkiye’nin Balkan politikası içinde Türk milliyetçiliği ile giriş yapması zaten var olan bu hastalığı körükler. Sabırlı, akıllı ve Aklıselim ile davranmak zorundayız.

BALKANLARDA ARNAVUT VE BOŞNAKLARLA KOALİSYON YAPILMASI

Ama çok daha önemlisi, Balkanlardaki önemli gruplar olan başta Arnavutlar ve Boşnaklarla çıkar birliktelikleri ve gelecek koalisyonları yapmak zorundayız. Arnavut ve Boşnak kardeşlerimizle gerçek ve güvene dayalı stratejik ortaklıklar kurmalıyız. Balkanların önemli devleti olan Sırplarla düşman olmayalım, çıkarlarımız nispetinde tabiki ortak çalışmalar yapalım ama birinci öncelik Arnavut ve Boşnak kardeşlerimiz olmalıdır. Çünkü ne yaparsanız yapın, mutlaka Sırplarla, Arnavut ve Boşnak kardeşlerimiz arasında çıkar çatışması yaşanacaktır. Aynı şekilde son günlerde Rusya ile süren yakınlaşma, Balkanlarda Arnavut, Boşnak ve Bulgaristan’daki Müslüman Pomak kardeşlerimiz için verebileceğimiz hiçbir ödünü haklı çıkarmaz, bize çok zarar verir. Bizim Balkanlardaki birinci önceliğimiz, eşit olarak Türk, Arnavut, Boşnak,  Pomak, Torbeş kardeşlerimizin çıkarlarıdır, onlarla birlikte ortak hareket etmek tarihi bir borcumuz ve daha da önemlisi akraba ve kardeş oluşumuzun bir sorumluluğudur.

BALKANLARDA İŞSİZLİK VE EKONOMİK ZAYIFLIĞA ÇARE BULUNMASI

Balkan ülkelerinde, özellikle de Müslümanların yaşadığı yerlerde ekonomi çok zayıf. İşsizlik oranları çok yüksek.  En başta Kosova ve Makedonya’da Arnavutlar ve Türkler, Bosna ve Sancakta Boşnaklar ve Bulgaristan’da Türkler ciddi olarak ekonomik sıkıntı içindeler. Bu fakirlik, onların Avrupa’ya çalışmak için göce zorluyor. Avrupa’da şu anda sadece Kosova’dan 600 Bine yakın giden Arnavut kardeşimiz olduğunu biliyorum. Onlar göç edip gidince, Balkanlar Sırlara, Makedonlara, ABD’ye, Almanlara kalıyor. İşsizlik ve ekonomik zayıflık yüzünden ABD ve AB’nin emrine giriyorlar. Farkında değiliz ama bu şekilde Türk ve Müslüman Balkanları kaybediyoruz. Diğer yandan Türkiye de zaten kendi ekonomik sorunlarıyla mücadele etmek zorunda. Üç milyondan fazla Suriyeli mülteci Türkiye için çok ciddi bir maliyet. Güneydoğu’da PKK ve Irak’ta YPG’ye karşı verilen askeri müdahaleler devletimize büyük masraflar açıyor. ABD ve AB’nin şeytanca oyunları yüzünden dövizde anormal yükseliş oluyor ve ödemeler dengesinde açıklar getiriyor. Bunun en büyük nedeni ise ödemeler dengesinde açığa neden olan enerji fiyatlarının dövizle aynı orantılı artışı.  Hepsi düzelecek inşallah. Bütün bu olumsuzluklara rağmen Türkiye Balkanları için mutlaka kaynak oluşturmalı, Balkanlarda ekonomik olarak güçlü bir şekilde var olmalıdır. Ziraat Bankası’nın Bosna’da KOBİ’lere verdiği kredi desteği, Sancak bölgesindeki Müslüman Boşnaklardan et ithalatına izin verilmesi gibi. Bu destekler özellikle Kosova için de yapılmalıdır.
KHA-

Rifat Sait
24.Dönem İzmir milletvekili
BASAM (Balkan Stratejik Araştırmalar Merkezi) Başkanı 

Facebook: www.facebook.com/rifat.sait instagram: rifat.sait

26 Kasım 2017 Pazar

Down Sendromu Konferansı


25 - 26 Kasım 2017 tarihinde düzenlenecek 5. Down Sendromu Konferansı'nda 15 farklı konu başlığı ele alınacak. Bu başlıklar arasında Down sendromlu gençlerin bağımsız yaşama hazırlık sürecinin anlatılacağı oturumda, gençler ve aileleri tecrübelerini paylaşacak. 
Konferansta, bebeklik döneminden yaşlılık sürecine kadar sağlık, destek eğitim, okul dönemi, bağımsız yaşam ve iş hayatına katılım konularında 15 farklı oturum ve çalıştay yer alacak. 25 Kasım Cumartesi günü Down sendromlu gençler saat 13:15-13:30 arasında katılacakları panelde tecrübelerini anlatacak. Panele katılacak isimler şöyle; 
Cem Kiremit, 31 yaşında, 3 yıldır Big Chefs Marmara Forum’da Komi Yardımcısı olarak çalışıyor. 
İrem Arslan, 26 yaşında, 3 yıl Bimeks’te satış danışmanı olarak çalıştı. Şimdi Denizbank Genel Müdürlükte Reklam Departmanında Asistan olarak çalışıyor. 
Gözde Uçan, 29 yaşında, 2 yıldır Ravago Petrokimya’da Satış ve Pazarlama departmanında çalışıyor. 
İzzetcan Özyaşar, 24 yaşında, 1 yıldır Hilton Bomonti Otel’de kahvaltı salonunda çalışıyor. İşe 3 vesait kullanarak tek başına gidip geliyor. 
Barış Kişin, 1 yıldır Ebebek Genel Müdürlükte servis elemanı olarak çalışıyor. 
Rıdvan İrdem, 1 aydır Petz Mondo’da temizlik görevlisi olarak çalışıyor
26 Kasım Pazar günü de devam edecek konferansta saat 14:15-15:00 arasında bu kez Down sendromlu gençlerin ailelerinin söz alacak. Konferansa Down sendromlu gençlerin çektiği fotoğraflar renk katacak. 
Bu zamana kadar iş hayatına kazandırılan gençlerin geçirdikleri süreçler, onların bağımsızlık adına verdikleri mücadele, işverenle ve aileleriyle şekillenen yeni ilişkilerinin anlatılacağı bu ilgi çekici konferans.

25 Kasım 2017 Cumartesi

Finlandiya 'açlıkla mücadele için' çekirgeden ekmek yaptı

Finlandiya'da bir fırın, "dünyadaki açlıkla mücadele etmek" adına ezilmiş çekirgeden yaptığı ekmeği bugün piyasaya sürmeye hazırlanıyor.

Finlandiya açlıkla mücadele için çekirgeden ekmek yaptı
Fazer Fırını adlı şirket, "türünün ilk örneği" olarak nitelediği ekmeğinin Cuma günü raflarda olacağını açıkladı. Ekmeklerin her bir somununda kurutulduktan sonra ezilen, ardından da buğday ve diğer çekirdeklerle karıştırılan yaklaşık 70 çekirge bulunacak.
Birleşmiş Milletler 2013 yılında dünya çapında 2 milyon insanın böcek yediğini tahmin ettiğini açıklamıştı.
BM'ye göre dünyada 1.900'den fazla böcek türü gıda maddesi olarak kullanılıyor. BM Gıda ve Tarım Örgütü de 2013 yılında dünyadaki böcek üretimi ve tüketimini artırmak için bir program başlatmıştı.
Fazer Fırını'nın inovasyon müdürü Juhani Sibakov, bu konsepti geçen yazdan beri geliştirmekte olduklarını fakat Finlandiyalı yetkililerden gerekli onayı alamadıkları için bugüne kadar beklemek zorunda kaldıklarını açıkladı.
Finlandiya böceklerin gıda maddesi olarak kullanılmasını ve satılmasını yasaklayan bir yasayı bu ay başında kaldırmıştı. Avrupa'da İngiltere, Hollanda, Belçika, Avusturya ve Danimarka da böceklerin gıdada kullanılmasına izin veriyor.Sibakov, ekmeklerin normal ekmeklerden daha fazla protein içerdiğini söylüyor:
"Ürünümüz iyi bir protein kaynağı olmanın yanı sıra tüketicilerimize böcekli yemeklere aşina olma fırsatı tanıyor." Çekirgeli ekmekler önce Finlandiya'nın başkenti Helsinki'de piyasaya sürülecek.
Ürünü deneyen Sara Koivisto adında bir öğrenci, tadını normal ekmekten ayırt edemediğini söyledi:
"TIPKI EKMEK GİBİ"
Çekirgeleri Hollanda'dan ithal eden Fazer'ın kısıtlı sayıda arz imkanı bulunuyor. Fakat firma ülke içinde bir tedarikçi bulmak için çalışmalarını sürdürdüğünü duyurdu.
Dünyanın pek çok yerinde böcek yemek yaygın bir uygulama. Batı ülkelerinde ise böcekler, glütensiz beslenmek isteyenler veya çevreyi korumak isteyenler arasında popülerleşiyor. Böcek çiftlikleri, hayvan çiftliklerine göre daha az kaynak kullanıyor.

24 Kasım 2017 Cuma

Seri halde 6 kişiyi öldürdü, her yerde aranıyordu! Dün eşini ziyarete geldi...

Elazığ'da 1'i çocuk 6 kişiyi öldürmekten 94 yıl 7 ay hapis cezası alan ve 2013 yılından bu yana aranan şahıs, hastalanan eşini ziyarete geldiği sırada yakalandı. Sağlık kontrolüne götürülen şahıs, basın mensuplarına, "Çekin iyi çekin güzel olsun" diye bağırdı.

Seri halde 6 kişiyi öldürdü, her yerde aranıyordu Dün eşini ziyarete geldi...
Edinilen bilgiye göre, 2008 yılında Elazığ'da 1'i çocuk 6 kişiyi öldürdüğü ileri sürülen Adem Bozkurt (37) bu cinayetlerden dolayı 'adam öldürme', 'bir suçu gizlemek ya da yakalanmamak amacıyla adam öldürme', 'canavarca hisle eziyet ederek adam öldürme', 'beden ve ruh bakımından kendisini savunamayacak olan çocuğu öldürme', 'kan güderek adam öldürme', 'ruhsatsız silah ve mermi alma, taşıma ve bulundurma', 'tasarlayarak adam öldürme' suçlarının şüphelisi olarak tutuklanıp Mardin E Tipi Kapalı Cezaevi'ne girdi.
5 yıl cezaevinde yatan Bozkurt, tutukluluk süresi dolduğu için tutuksuz yargılanmak üzere 2013 yılında tahliye edildi. Cezaevinden çıktıktan kısa süre sonra Bozkurt'un hakkındaki suçlamalar kesinleşti. Cinayetleri işlediği ortaya çıkan Bozkurt'a 94 yıl 7 ay hapis cezası verildi. Bunun üzerine katilin yakalanması için çalışma başlatıldı.
POLİS HASTANEDE BEKLEDİ

Adem Bozkurt, polisin kendini aradığını, işlediği suçlarının ortaya çıktığını öğrenince 4 yıl boyunca sürekli adres değiştirip hiçbir yakınıyla görüşmedi. İhtiyaçlarını günlük işlerde karşılayarak gideren katil zanlısı, son olarak bulunduğu Diyarbakır'da iken eşinin hasta olduğunu, Adana Şehir Hastanesi'nde tedavi gördüğünü öğrendi. Bozkurt'un yakın akrabalarını ve ailesini takibe alan Adana Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube Müdürlüğüne bağlı Aranan Şahıslar Büro Amirliği ekipleri özel bir ekip kurarak, hastane çevresinde yaklaşık 2 ay bekledi. Dün sabah saatlerinde eşini ziyaret etmek için hastaneye gelen zanlı, polisler tarafından hastane girişinde yakalandı. Emniyete götürülen zanlı sorgusunun ardından, Adli Tıp Birimi'ne getirildi.

Sağlık kontrolüne çelik yelekle çıkarılan Bozkurt, basın mensuplarına "Çekin iyi çekin güzel olsun" diye tepki gösterdi. Nöbetçi mahkemeye çıkartılan zanlı işlemlerinin tamamlanmasının ardından cezaevine götürüldü.

22 Kasım 2017 Çarşamba

Bir de bana sor

Yaşı geçmiş olanlar bilir. Birçoğunuz anımsamakta zorlanabilir. Rahmetli Safiye Ayla'nın bir şarkısı vardı.
"Çile bülbülüm çile." Tıpkı şarkının adı gibi son İzmir ziyaretimde gerçek anlamda bir çile yaşadım. İzmir benim doğduğum ve büyüdüğüm bir kent olduğu için, bu şehre yaptığım özlem kaçamaklarım hiç bitmez. Malum annemin Karşıyakalı olmasından dolayı da, son gelişimde bu semt kabusa dönüşüverdi. Eğer yaşadığınız kent deniz, körfez ve boğaz şehriyse malum oturduğunuz yerin hep bir karşı tarafı olacaktır. İstanbul'un Anadolu ve Avrupa, İzmir'in Karşıyaka'sı gibi...
Son yıllarda metropol şehirlerin şikayetleri hiç bitmese de, İstanbul birçok konuda kendini aşmış durumda. Yani adına yakışır biçimde "Olmazsa olmaz " ihtiyaçlara tam kapasite cevap verebiliyor.
35'5 İzmir in gülünün dikenlerinden yolda yürüyemez durumdasınız. Alaybey sokakları; Büyük şehir mi? Karşıyaka Belediyesi mi? Hangi belediyeye bağlı kim suçlu kim haksız diye fikir yürütmek benim sınırlarımı aşar. Fakat sorumlu kişilerin lakayıt davranışlarını göz ardı edemedim işte. Benim de ağzıma takıldı. Hem de çok fena bir şekilde..
İnsan yaşadığı şehrin sorunlarını içindeyken, burnunun ucunu görmemesi misali tam algılayamıyor dışarıdan biri söyleyinceye kadar. Alaybey'in daracık sokak kaldırımları kazıktan geçilmiyor. Arabanızı nereye park edeceksiniz muamma. Sokaklar adeta labirent. Tek yön tabelasından bir türlü bulunduğunuz sokağa gelemiyorsunuz.
Hele taksi kullanıyorsanız ve taşıt şoförü semtin yabancısıysa, küçücük alanda attığınız turlara ödediğiniz faturayla İstanbul'da Taksim Tarabya yaparsınız.
Bu semtte emlak fiyatları da bir hayli düşmüş. Evini satılığa çıkaranların sayısı inanılmaz artışta. Uzun süredir başka bir şehirde yaşayıp da, dönemsel ziyaretler yapıyorsanız aradaki farkı daha rahat görebiliyorsunuz.
Anlıyorum İzmir'in kendine has bir havası vardır.
Nostaljik yönlerinin korunması gerektiğine ben de inanıyorum. Metropol yükünü bu şehir kaldıramaz. Dokusundaki sadelik ve doğallıktır İzmir'i cazip kılan. Bu şehrin geçmiş yazılarımda da bahsettiğim gibi yırtığı söküğünü tamir etmek gerekiyor. Biraz daha ihmal edilirse hepten paramparça olup "caart " diye elimizde kalıverecek.
Bir şehrin alt yapısı düzelmeden üstüne bir şeyler inşa etmenin yanlış olduğunu ilkokul öğrencisi bile bilir. Sokaklarına ve kaldırımlarına kazık çakmadan önce niye otopark sorunu halledilmez.
Karşıyaka'nın semt sakinleri arabalarını park etmek için tüm gece, sokaklarında tur atıp duruyorlar. Şimdilerde taşı toprağı altın olmayan İstanbul'un en ücra köşelerinde bile otopark mevcuttur. Gözünü sevdiğim İzmirim ne hale gelmiş diye içim acıyor desem, eminim hak vereceksiniz.
Bu çağda amatör bir yönetimi hak etmiyor şehir. Yol yakınken şehrin daha çok yıpranmasına izin vermeyelim.
Yetkililer tekrar seslenelim. Sizden yeni bir şey istemiyoruz. Sadece yıpranmış unutulmuş ve gözden kaçan yerlerimizi düzeltin yeter. Masrafı az bir ihtiyaç. Birkaç terzi bir araya gelip yarım bıraktığınız bir tamir yapacaksınız hepsi o kadar. Sorunsuz şikayetsiz huzurlu bir hafta sonu diliyorum arkadaşlar.
İZMİR SİZİ SEVİYORUM.

Kadına şiddet kırmızı su dolu şırıngayla protesto edilecek

Kadına şiddet kırmızı su dolu şırıngayla protesto edilecek
İZMİRLİ kadınlar, 25 Kasım Cumartesi günü “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele" için bir kez daha sokaklara çıkacak. Eylemde şiddete maruz kalarak yaşamını yitirmiş kadınları sembolize eden beyaz güller ve şiddeti simgeleyen kırmızı su ile dolu şırıngalar yer alacak.
İzmir Büyükşehir Belediyesi, "25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü" kapsamında birbirinden renkli etkinliklere imza atacak. Cumartesi günü gerçekleştirilecek program saat 12.00'de Alsancak Vasıf Çınar Meydanı'ndaki açılış konuşmaları ve çeşitli gösterilerle başlayacak. Burcu Bostancıoğlu tarafından gerçekleştirilen enstalasyon çalışmasında ise şiddete maruz kalarak yaşamını yitirmiş kadınları sembolize eden beyaz güller ve şiddeti simgeleyen kırmızı su ile dolu şırıngalar yer alacak. Bu objeler, katledilen kadınları temsilen hazırlanmış kelebek figürü üzerine yerleştirilecek.  Aralarında İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu ve sanatçı Füsun Demirel'in de yer aldığı katılımcılar, daha sonra Kültürpark İsmet İnönü Sanat Merkezi'ne kadar yürüyecek. Burada yine Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen kadına yönelik şiddet temalı dans gösterisi ve "Aşk Dersleri" adlı tiyatro oyunu sahnelenecek.

ZAKİR KAYA EGE'DE GÜÇLÜ KALEMLERİ BULUŞTURDU

AĞRILI ÜNLÜ GAZETECİ KHA 4. ÖDÜL TÖRENİ HAKKINDA AÇIKLAMA YAPTI

EGE'DE EN İYİLERİ BELİRLEYEN KHA'NIN BAŞKANI ZAKİR KAYA'DAN AÇIKLAMA

AĞRILI ZAKİR KAYA EGE'DE ENLERİ ÖDÜLLENDİRDİ



Zakir KAYA ÖDÜLLERİ HAKKINDA AÇIKLAMADA BULUNDU.

 
Merhaba Dostlarım ....
Bu yazımda Kaya Haber Ajansının 4. Ödül töreni vesilesiyle konuyu paylaşmak İstıyorum
yıllardır verdiğimiz ödüllerimizin birini daha geride bıraktık,
 hep değindiğim konular olduğu için yazımı uzunca yazıp okurlarımı üzmek istemiyorum.
O yüzden kısaca satır başlarından dem vurmak istemiyorum bu...
 törenleri ne için yapıyoruz...?
 Aralıksız yaptığımız törenlerin sebebi kısaca şu...
 Türkiyenin her ucunda halk için çaba gösteren
fark edilmeyen emekleri ve gayretleri takıdır gören okurlarımız tarafından iyi oldukları
düşünülen kişi ve kuruluşları onure etmek ve Türkiye gündemine taşıyarak bireylerin ve
KHA okurlarının gücünü ortaya koymak saygı duymak karşılığında sevgi kazanmak.....


2.bu ödüllerden KHA nın Çıkar ve menfaatleri nelerdir...

Kaya Haber Ajansı düzenlediği törenlerde 50 kişi ve kuruluş belirleyecekse bunların kırkını
tamamen halk belırlemektedir, 5 kişiyi kendi kontenjanı olarak yazar şair sunucu yapımcı gibi
bünyesinde bulundurduğu kişilere vererek motife etmek ve takdir teşekkürünü belirtmektedir.
son kalan 5 kişi ve kuruluşu ise sponsor olan kişi ve kuruluşlara vererek reklamdan  gelen
 gelirler ile geceye kalite katmakta şayet artması durumunda sosyal hizmetlerde katkı koyarak değerlendirmektedir..


3 SONUÇ VE DEĞERLENDİRMEM...

Kararlılıkla her yıl yaptığımız törenlerde kesinliklikle bir parti ve siyasi görüş ayrımı yapmadan
 hak eden her kimse ödülleri onlara veriyoruz .
Bu bize tarafsızlık ve saygı kazandırıyor,
peki bu seçtiğimiz insanlar gerçekten en iyilermi?
bu konuda dürüst olmam gerekir en iyilerin hakkını vermek için uzun araştırmalar anketler
yapmıyoruz akademik olarak elbette yüzde yüz en iyiyi tutturmak çok zor kim seçilse rakipleri mutlaka
 eleştiri yapacaklardır bu yüzden polemiklere girmeden sadece okurlarımızın yönlendirmesi ile
önermeleri ile bize gelen önermeleri değerlendirerek jürimizde onaylıyoruz yeniliyorum bu seçilenler
 bize ve okurlarımıza göre halk kahramanıdır ödüllerimiz ise halk oscarlarıdır
bu ödülleri ve buna hak kazananları teşvik edici onure edici diye değerlendiriyorum ...
sonuç olarak en azından mutlu yüzler saygın bir tören ve hoş seda bırakan ödüllerimiz toplumda
hayata dair ne varsa her alandan seçebiliyoruz sinema, tiyatro, sanat, ressam ,eğitimci, sporcu, politikacı,
sanatçı aklınıza gelebilecek her alanda dikkat çeken bireylere ödül verebiliyoruz .bu yüzden tüm okurlarımızın şimdiden gelecek yıl için çevresindeki en iyileri gözlemlemeleri bizimle paylaşmalarını
rica ediyorum .
gerçekten halk olarak hak edene ödül vermekle güç birliği için alenen yazıyorum
siz önerin biz ödüllendirelim aşağıda bu yıl ödül alan ve Türkiye medyasında KHA ödül töreninin yankılarını  gurur tablomuzu sizin ile paylaşmak ve
 bu gururu hepimizin ortak yaşamamızın gereği olarak siz okurlarımla paylaşmanın onurunu yaşıyorum, yeri gelmişken törenimizi
 haberleştirerek Türkiye  gündemine taşıyan tüm basın ve medya guruplarına ayrı ayrı teşekkür ederim
      Zakir Kaya sizden biri










Aşağıdaki linkte yüzlerce resim ve haber linki vardır ve Ödül alanların isimleri

Görüntünün olası içeriği: 6 kişi, gülümseyen insanlar, ayakta duran insanlar
https://www.facebook.com/KayaHaberAjans/media_set?

21 Kasım 2017 Salı

Kan donduran iddia! Dört Türk, bir Türk’ü ateşe vererek öldürdü

Ukrayna'da dört Türk vatandaşının diğer bir Türk vatandaşını ayin düzenleyerek yaktıkları iddia edildi.

Kan donduran iddia Dört Türk, bir Türk’ü ateşe vererek öldürdü
Ukrayna’nın Odessa kenti Savcılığından yapılan açıklamada, dört Türk vatandaşının, diğer bir Türk vatandaşını ayin düzenleyerek, başına sert cisimlerle vurarak öldürdükleri, ardından cesedini ateşe verdikleri bildirildi.

Cinayetin işlendiği ormanda, satanistlerin kullandığı pentagram sembolünün, mumların ve satanist ayinlerinde kullanılan farklı materyallerin bulunduğu kaydedildi.

Cinayeti işleyen dört Türk vatandaşının yakalandığı, zanlıların ayrıca insan ticareti suçu işlediklerinin de tespit edildiği duyuruldu.

20 Kasım 2017 Pazartesi

Doğalgaz faturasını nasıl düşürürsünüz?

Kombi deyip geçmeyin. Yeni nesil akıllı yoğuşmalı kombiler eski tip kombilere göre yüzde 35’e varan oranda tasarruf sağlıyor. Ayrıca oda termostatları ile gece 1 derece azaltılan sıcaklık yüzde 6’lık tasarrufa bedel... İşte doğalgaz faturalarını düşürecek basit ama etkili yöntemler.

19 Kasım 2017 Pazar

Vatan Partisi'nden İzmir'de NATO karargahı önünde protesto

Vatan Partisinden İzmirde NATO karargahı önünde protesto
NATO'nun Norveç'te düzenlenen tatbikatında, Atatürk ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın düşman tarafta gösterilmesine bir tepki de İzmir'den geldi. Vatan Partisi il örgütü, İzmir'deki NATO karargahı önünde basın açıklaması yaptı. Türkiye'nin NATO'dan çıkması istendi.
NATO'nun Norveç'te düzenlenen 'Üç Uçlu Mızrak' isimli müşterek tatbikatında Atatürk ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın düşman tarafta gösterilmesine Vatan Partisi İzmir İl yönetimi ile partililer basın açıklamasıyla tepki gösterdi. Buca girişinde toplanan partililer, ardından, biraz ileride bulunan NATO Müttefik Kara Komutanlığı önüne kadar yürüdü. Polis geniş güvenlik önlemi alırken, partililer adına basın açıklamasını Vatan Partisi İzmir İl Başkanı Rıfat Mutlu yaptı.
"NATO'DAN ÇIKALIM"
NATO tatbikatında Mustafa Kemal Atatürk'ün düşman olarak gösterilmesinin kendilerini şaşırtmadığını söyleyen Rıfat Mutlu, "Norveç'teki olay, yalnızca malumun bir kez daha ilan edilmesidir. Bir askeri ittifak olarak NATO, defalarca kez Türkiye düşmanı hareketlerde bulunmuştur. 2 Ekim 1992'de 'Kararlılık Gösterisi' isimli NATO tatbikatında Saratoga isimli ABD savaş uçağı, 'Muavenet' isimli savaş gemimizi sözde yanlışlıkla vurmuş, gemi komutanımız dahil 5 askerimizi şehit etmişti. 1952 yılında üyesi olduğumuz NATO, Türkiye'ye yönelik tehditler karşısında Türkiye'yi korumak bir yana her zaman tehdidin kendisi olmuştur. 65 yıldır ülkemiz ABD ve NATO kaynaklı tehditlerle savaşmaktadır" dedi.
Türkiye'nin karıştırılması için geçmişte birçok olayın meydana gelmesinin sağlandığını belirten Rıfat Mutlu, şöyle devam etti:
"NATO ve ABD'nin içimize yerleştirdiği gladyo, 6-7 Eylül 1955 olaylarından bu yana ülkemizde sayısız tertibe girişti. Kahramanmaraş'ın, Çorum'un, Sivas'ın, 1 Mayıs 1977'nin, son yıllarda ülkemizde patlatılan bombaların izini sürdüğünüzde ulaşacağınız menzil NATO'dur. Türk Ordusu'nu esir almayı hedefleyen Ergenekon ve Balyoz tertiplerini araştırınca karşımıza çıkan NATO'dur. FETÖ'yü ve elebaşı Fethullah Gülen'i kurcaladığınızda keşfedeceğiniz yine NATO'dur. Çok uzaklara gitmeye gerek yok. 15 Temmuz 2016 gecesi, Türkiye'nin savaştığı güç, Fethullah kisvesine bürünmüş NATO'dur. Afrin'de, Ayn-El Arab'da, Kandil'de Türkiye'yi hedef alanlar PKK/PYD görünümündeki NATO ve ABD'dir. PKK/PYD'ye 3 bin 500 TIR silah veren NATO'nun elebaşı ABD'dir. Türk Silahlı Kuvvetleri'nden ihraç edilen, dolayısıyla 'asker' kimlikleri kalmayan FETÖ'cü hain takımını hala istihdam eden yine NATO'dur."
Atatürk'ü düşman ilan eden NATO'nun, Türkiye'nin müttefiki olamayacağını dile getiren Mutlu NATO Genel Sekreteri'nin 'Bireysel hata', açıklama ve özürünün kimseyi kandırmaması gerektiğini anlatırken, şunları ekledi:
"Atatürk'ümüzü ve Türkiye Cumhurbaşkanını yanlışlıkla düşman ilan ettiklerine inanmamızı bekliyorlar. Bu, Türk milletinin aklıyla alay etmektir. Konu sahte bir özürle geçiştirilemeyecek kadar ciddidir. Hükümet bu sahte hata açıklaması ve özürle yetinecekse Türkiye'nin karşı karşıya olduğu tehdidi yeterince anlamamış demektir. Hükümet, TBMM'yi acilen toplamalı, 18 Şubat 1952 tarihli 5886 Sayılı Türkiye'nin NATO'ya girişini onaylayan yasayı tartışmaya açmalıdır. Türkiye'nin Kuzey Atlantik Antlaşması'ndan çekileceği ilan edilmelidir. Bu antlaşmanın gereği olan bütün diğer anlaşmalardan da Türkiye tek taraflı olarak çekilmelidir. Türkiye'de NATO ve ABD'nin kullanımına sunulan Adana İncirlik, Diyarbakır ve Malatya Kürecik başta olmak üzere 15 askeri üs Türk ordusunun kullanımına verilmeli, yabancı güçler ülkeden çıkarılmalıdır. Türkiye, kendi güvenliği için öncelikle İran, Irak ve Suriye gibi komşu ülkeleriyle, ayrıca Rusya, Çin, Orta Asya Cumhuriyetleri ve Hindistan gibi Asya ülkeleriyle sıkı ilişki kurmalıdır."
Çalışma ve Sosyal Güvenlik eski bakanı ve Vatan Partisi Genel Başkan Yardımcısı Yaşar Okuyan da, Norveç'teki skandala tepki gösterdi. Basın açıklamasından sonra partililer, NATO karargahı önünden ayrıldı.

18 Kasım 2017 Cumartesi

GÜLÜMSE


Hey ! çocuk
Cennet bahçesindeki
Melek mi, yoksa
Tadından yenmeyen
Şeker misin be !
Ay yüzünden, bal damlıyor
Gözlerin, şimal yıldızı gibi parlıyor
Dudaklar ağustos'un sıcağındaki
Güneş gibi gülümsüyor
Ah o yumucuk ellerin yok mu ya
Tebessüm eden, muzip bakışlarından
İnciler dökülüyor...
Gülümse çocuk, gülümse
Kararan dünya ya inat
Aydınlık yarınlar için gülümse
Büyüklerin kavgalarına,
Savaşa inat gülümse.
Dilinde şarkılar,
Yüzünden gülüçükler
Eksilmesin çocuğum,
Gülümse...
Ayten Tarım

5 Kasım 2017 Pazar

VAHAP DABAKAN : Ahtapotun Anneliği kimsenin anneliğine benzemez!


PİRİNCİN TAŞLARI

                                                                          
       Peygamber Efendimiz (s.a.v.) efendimiz; “Cennet Annelerin ayaklarının altındadır.”  Demiştir. Annelik, Analık, çok yüksek bir mertebedir. Günümüzde bazı Annelere baktığımızda evlatlarını çöp bidonlarına bırakanlar. Sokağa terk edenler. Doğurduğu bebeğini para karşılığında satanlar. Kendi öz evlatlarını beyaz kadın ticareti yapanlara satanlar. Yazarken bile içim kararmaya başladı. Siz gerçek Anneler okurken içiniz kararacak ve belki de böylesi analara lanet okuyacaksınız…
       Son yıllarda Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan ve eşi Emine Erdoğan’ın başlattığı “Sezaryen mecbur olmadıkça kaldırılsın” kampanyası ile dikkatleri çekmek istiyorlar. Aslına bakacak olursak ne kadar haklı bir kampanya başlattıkları ortada. Bazı kadınların doğum sancısı çekmemek ve gençliğinden güzelliğinden kaybetmemek için sezaryen yaptırdıkları ve bu sezaryen’in kadınlar arasında moda haline gelmeye başladı…
       Günümüz Anneleri arasında bazıları göğüsleri bozulmasın diye çocuklarını bile emzirmeyip, mamayla çocuğunu büyüten Anneleri gördüğümüzde duyduğumuzda çok şaşırıyorum. Çocuğunu büyüttüğünde “ben senin Annenim, sana sütümü emzirdim. Saçımı süpürge yaptım” diyebilecekler mi?
       Çocukları için saçlarını süpürge yapan Annelerin, gece gündüz demeden, çalışıp da babasız çocuklarını büyüten elleri öpülesi Annelerimizde var. İşte o analarımızın gerçekten elleri öpülür. Büyüttükleri çocukları, annelerini sömür boyu sırtlarında taşısalar. Annelerinin o emeklerini ödeyemezler…
       İyi ki Televizyonlar var. Hazırladıkları Hayvan ve doğa belgesellerinden şimdiye kadar görmediklerimizi görmeye ve izlemeye başladık. Hayvanlar aleminde bile gördüğümüz Anne ve yavru hayvanların ilişkileri, Anne hayvanların yavrularını nasıl besledikleri, başka hayvanlara karşı canları pahasına yavrularını nasıl koruduklarını izledikçe, günümüzde ağrı, acı çekmemek için sezaryenle doğum yapanlar. Göğüsleri bozulmasın diye çocuğunu emzirmeyen anneler, çocuklarını çöp bidonlarına, sokaklara bırakanlara insan lanet okuyor…
       İzlediğim hayvanlar âleminden Dişi Ahtapotun Anneliğini size anlatacağım. Dişi Ahtapot ve yukarıda yazdığım bizim anneler arasındaki farkı ve yorumu size bırakıyorum. Allah öylesi o annelerden doğacak çocukları korusun…
Dişi Ahtapotun Anneliği   
       Dişi Ahtapot çiftleşmeden sonra denizin içinde bir oyuk bularak oraya yerleşir.Yumurtlamaya başlar ve yumurtlama işlemi bittikten sonra kuluçkaya yatar. Yumurtalarını yuvanın tavanına çengelle asar gibi dizer. Yumurtalara devamlı su pompalayarak onların temiz kalmalarını sağlar…
       Her ne pahasına olursa olsun yuvasını terk etmez.Yavrularını korumak ve başka balıklara yem olmamsı için yumurtadan çıkmadan olduğu yeri terk etmez. Açlığa dayanamazsa Ahtapot birkaç kolunu yer ve bu şekilde tüm yavrular yumurtadan çıkıncaya kadar hayatta kalır ve yumurtaları korur. Ancak uzun süren kuluçka dönemi onu aç ve bitkin bırakır tüm yavrular yumurtadan çıkınca o da yuvasında olduğu yerde can verir. Hayata yeni başlayan yavrular için anne ahtapotun cansız vücudu, yaşama tutunmaları adına iyi bir besin kaynağı olur. Bu yüzdendir ki hiçbir dişi ahtapot yavrularının büyüdüğünü göremez...
       Bina boşluğundan bebeğini atan, çöp bidonlarına ve sokaklara bebeklerini ölüme terk eden insan mı gelişmiş? Yoksa kuluçka sürecindeki yavruları yumurtadan çıksın diye beklerken açlıktan uzuvlarını yiyen ve yavruları çıktıktan sonra ölen ahtapot mu, gerçek Annedir? Yorum size bırakıyorum…