-->

Çeviri

17 Şubat 2015 Salı

Yönetimin geç tepkisi ayrımcılık eleştirilerini körükledi

ABD'de üç Müslüman gencin öldürülmesinin ardından ulusal medya ve yönetimin olaya geç tepki vermesi ayrımcılık eleştirilerini körükledi.
ABD'de üç Müslüman gencin öldürülmesinin ulusal medyaya geç yansıması ve ilk başta nefret suçundan ziyade park yeri tartışmasından kaynaklanmış olabileceğinin belirtilmesi ülkede ayrımcılıkla ilgili eleştirileri tekrar körükledi.
North Carolina eyaletinin Chapel Hill kasabasında Deah Barakat (23), eşi Yusor Muhammed (21) ve Yosur Muhammed'in kız kardeşi Rezan Muhammed Ebu-Salha (19) adlı Suriye asıllı üç genç, geçen hafta Craig Stephen Hicks adlı 46 yaşında beyaz bir Amerikalı tarafından başlarından vurularak öldürülmüştü.
Park yeri tartışması nedeniyle işlendiği iddia edilen cinayetler, mahkemeye "birinci dereceden cinayet" olarak yansısa da uzmanlar ve kurbanların ailesi, bu cinayetlerin, kurbanların inançları nedeniyle işlenmiş olabileceğini ve vakanın nefret suçu olarak incelenmesi gerektiğini söyledi. Tepkilerin artması üzerine FBI da olayın dini mensubiyetle ilgisini araştırmaya başladı. 
Olayın nefret suçu mu yoksa adli vaka mı olduğu tartışmaları devam ederken, ulusal medya ve ABD yönetiminin de geç tepki vermesi ayrımcılık eleştirilerini körükledi. 
Medyanın tutumu yeni değil
ABD'de yerel ve ulusal medyanın seçiciliği ve olayları işleyiş tarzı farklı olduğu için 50 eyalette meydana gelen olaylar ancak ülkenin ulusal güvenliğini, dış politikasını veya federal hükümetin siyasetini ilgilendirdiğinde ulusal medyada öncelikli olarak yer alabiliyor. 
Chapel Hill cinayetinde olduğu gibi, benzer pek çok olayda medyanın tepkisi, faillere göre değişiyor.
Beyaz Amerikalıların maruz kaldığı bir saldırı çok hızlı bir şekilde ulusal medyanın manşetlerinde yer alırken, azınlık grupları veya siyahilere yönelik saldırılar ise genelde, sadece bu grupların güçlü tepkileri sonucunda medyada yer alabiliyor.
Chapel Hill cinayeti de sosyal medyada tartışma konusu olunca ve bu sayede belirli bir kesimi harekete geçirince ulusal medyada yer almaya başladı.
Ulusal medyanın, cinayetleri işleyiş şekli de eleştirildi. Haberlerin, kurbanların aileleri yerine failin ailesinin ifadeleri üzerine şekillendirildiğine dikkati çekildi. Bazı uzmanlar, fail Müslüman olsaydı olayın farklı işleneceğini dile getirdi.
George Washington Üniversitesi Medya ve Halkla İlişkiler Bölümünden Yrd. Doç. William Youmans, AA muhabirine yaptığı açıklamada, cinayeti işleyen bir Müslüman ve öldürülen üniversite öğrencileri beyaz Amerikalı olsaydı ulusal medya kanallarının bu olayı hemen manşetlerine taşıyacağını ve konuyu ilk olarak terörizm ekseninde tartışacağını savundu.
Youmans şunları kaydetti:
"Medya, failin eşinin olayın park kavgası üzerine çıktığını iddia etmesine çok da karşı çıkmadı. Hiçbir medya kanalı kendiliğinden bunun bir tür terör saldırısı veya dini inançla ilgili olabileceğini ileri sürmedi. Halbuki olayın faili Müslüman olsaydı şüphesiz medya önce oradan bakardı." 
ABD'de 11 Eylül saldırıları sonrasında yürütülen kimi araştırmalar, Amerikan toplumunda islamofobinin hızla yükseldiğini ve ABD'de ana akım ulusal medyanın da bu yükselişe neden olan etkenlerden olduğunu ortaya koyuyor. 
Gallup araştırma şirketinin 2002-2011 yıllarındaki verilere dayanan araştırmasına göre, ABD'de 11 Eylül'den sonraki 10 yılda, her yıl kaydedilen binlerce şiddet olayının faillerinden terör şüphelisi olarak gözaltına alınanların sadece 160'ı Müslümandı. Araştırmada, medyanın ise haberlerinde Müslüman Amerikalıların terör suçlarına daha çok karıştığı izlenimi verdiği tespit edildi.
Arap-Amerikan Enstitüsü adlı düşünce kuruluşunun Haziran 2014'te yayımladığı araştırmada, Amerikalıların yüzde 42'sinin Müslümanların fişlenmesini ve profillerinin güvenlik birimlerinde bulunmasını desteklediğini ortaya koydu. Araştırmada, bu görüşte olan Amerikalıların yüzde 57'sinin Arap tarihi ve halkı, yüzde 52'sinin de İslam diniyle ilgili yeterli bilgiye sahip olmadığına dikkati çekildi.
Araştırmada, Arap ve Müslümanlara yönelik bu ön yargıların medya ve siyasilerin söylemleriyle şekillendiği yorumu yapıldı.
Berkeley Üniversitesi'nde islamofobi üzerine çalışan Dr. Hatem Bazian da islamofobinin bu kadar artmasında medyanın büyük rol oynadığını söyledi. Bazian, "Müslümanlar suç işlediğinde medya onları hemen terörizm bağlamında sorunsallaştırır fakat bir olayda mağdur veya kurban Müslümanlar ise medya oldukça temkinli yaklaşmaktadır" dedi.
Medyanın olaylara yaklaşımı
Texas'ın Austin kentinde 2010 yılında küçük bir uçak, 200 kişinin bulunduğu bir iş merkezine mesai saatinde çarptı. 11 Eylül saldırılarını andırması sebebiyle medyada yer bulan kaza, pilotun 52 yaşında Andrew Joseph Stack adlı beyaz bir Amerikalı olduğunun ortaya çıkmasıyla gündemden düştü. 
Paul Anthony Ciancia adında 20’li yaşlarında bir genç 2013 yılında Los Angeles Uluslararası Havaalanı terminalinde tabancayla rastgele ateş ederek bir güvenlik görevlisini öldürdü, ikisini de yaraladı. Bu saldırı da medyada çok az yer aldı ve gencin psikolojik sorunları olduğu belirtildi.
Arkansas eyaletinde 2010 yılında askeri üste ateş açıp bir askerin ölümüne sebep olan 24 yaşındaki Abdulhakim Mücahid Muhammed adlı, sonradan Müslüman olmuş bir genç, terör ve birinci dereceden cinayetle suçlandı, medya da failin El-Kaide bağlantıları üzerine durdu. Ancak eyalete bağlı Little Rock kenti Polis Şefi Stuart Thomas, mahkemenin Müslüman genci terörle suçlamasının sebebinin meskun bir binaya ateş açması olduğunu belirtti. Olayı manşetine taşıyan CNN ise haberinde şu ifadelere yer verdi: 
"Yetkililer failin saldırıyı gerçekleştirmesinin arkasındaki sebepleri araştırırken Thomas, Muhammed'in suçu 'siyasi ve dini motivasyonla' işlemiş olabileceğine inanıyor."
Siyahiler de medyadan şikayetçi
Medyanın kendilerine adil yaklaşmadığını iddia edenler sadece Müslümanlar değil. ABD'de ulusal medya siyahilere yönelik çifte standart uygulamakla da eleştiriliyor. Bununla ilgili en büyük tartışmalardan biri Travyon Martin olayında yaşandı. 
ABD'nin Florida eyaletinde Travyon Martin adlı siyahi bir gencin beyaz-Hispanik mahalle bekçisi George Zimmerman tarafından öldürülmesi ancak bir hafta sonra ulusal medya ekranlarında görünmeye başladı. Bekçinin ilk başta suçlanmaması ülke çapında büyük protestolara yol açtı ve Amerikan medyası siyahi toplumun ağır eleştirilerine maruz kaldıktan sonra olayı manşetlere taşıdı. 
Geçen Ağustos ayında 18 yaşındaki siyahi Michael Brown'un Missouri eyaletinin Ferguson kasabasında bir polis memuru tarafından öldürülmesi ve olayın faili polisin daha sonra mahkeme tarafından serbest bırakılması ülkede uzun süre ırkçılık ve ayrımcılık tartışmalarına yol açtı ve ülke çapında haftalarca protestolar düzenlendi. 
Ferguson olayları, Trayvon Martin vakasının geç verilmesinin tepki çekmesi ve onunla başlayan ırkçılık tartışmalarının etkisinden dolayı ulusal medyanın gündemine daha hızlı geldi.
ABD yetkilileri de geç kaldı 
Chapel Hill cinayetiyle ilgili tartışmalar Twitter gibi sosyal medya platformlarında küresel çapta “TT” listesine girene kadar hiçbir Amerikalı yetkilinin açıklama yapmaması da çifte standart eleştirilerinin dozunu arttırdı.
ABD Başkanı Barack Obama'nın olayla ilgili açıklaması ise tıpkı Michael Brown olayında ve New York’ta beyaz polis memuru tarafından boğularak öldürülen Eric Garner olayında olduğu gibi cinayetten beş gün sonra geldi. 
Obama'nın açıklama yapmakta gecikmesi yurt içinde ve yurt dışında eleştirildi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Güney Amerika ziyareti sırasında Obama'ya ve ABD yetkililerine açıklama yapmaları çağrısında bulundu.
Barack Obama, tepkilerden sonra cuma günü yaptığı yazılı açıklamada, "ABD’de hiç kimse, kim olduğu, nasıl göründüğü veya ibadet şeklinden dolayı hedef alınmamalı" ifadesini kullandı. 
ABD yönetiminden yetkililer ise Obama'nın veya yönetimin yorum yapmaktan kaçınmasının sebebini soruşturmanın devam etmesine bağladı. 
ABD Dışişleri Sözcüsü Jen Psaki, günlük basın toplantısında bu konunun sorulması üzerine yönetime yönelik eleştirileri kabul etmediğini, soruşturma tamamlanmadan yargıya varmanın sakıncalı olabileceğini kaydetti.AA

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder